Page 102 - 6. yılında ombudsmanlık web
P. 102

mekanizması” dediğimizde neyi kastettiğimiz üzerinde durmakta fayda var. “Şikâyet
            defterlerinden bu çalışma üretildi.” demiştim. Bunlar 17’nci yüzyılda Osmanlı Devle-
            ti’nde tutulan Divan-ı Hümayun’a yapılan şikâyetler kayda geçirilip günümüze kadar
            gelmiştir ve bizim çalışmamız da buradan üretilmiştir.

               “Şikâyet mekanizması” deyince neyi kastediyoruz? Öncelikle bunun üzerinde dur-
            mamız lazım ki bu oturumun esas, ana konusu içerisinde olduğunu düşünüyorum.
            Bazı şeyler tekrar olacak ama bunlardan bahsetmek zorundayım. Şikâyet hakkı, hak-
            sızlığa uğradığını düşünen herkesin şikâyeti doğrudan doğruya Padişaha iletme hakkı
            vardı. Bunu, devlet böyle bir iletişimde bulunmayı çok önemsemiştir ki bu sayede
            haksız uygulamalar önlenecek, eğer önlenemediyse dahi telafi etme imkânı buluna-
            caktır ve Osmanlı padişahları da bunu kendinden önceki Türk İslam devletlerinden
            hazır bulmuşlardır. “Bu, temelde klasik İslam düşüncesindeki toplumsal yapının bir
            ürünüdür.” diyebiliriz ki bunda da toplumun 4 tabakaya ayrıldığı söylenir. Alaattin
            Hocam da kısaca bahsetmişti, temelde toplum “yönetenler ve yöneticiler” o zamanki
            deyimiyle “askerî ve reaya” olmak üzere ikiye ayrılıyor. Askerîler, yöneticiler “kılıç ehli”
            dediğimiz ordudan kişiler, “kalem ehli” dediğimiz ise bürokrasiden kişiler; diğerleri ise
            tüccar, esnaf ve sanatkârlar ise şehirli halk, diğeri de köylü halktan oluşuyor. Şimdi,
            sultan nerede burada? Burada gözükmüyor çünkü sultan bunların üstünde, üst yapıda.
            Temel  görevi  de  şu:  Bu  4  tabakayı  adaletle  yönetmek  ve  birbirlerine  karışmalarını
            engellemek. Peki, bu nasıl olacak? Tabii ki kuşkusuz adil bir hükümdar olmaktan geçi-
            yor. Yine, devrin Müslüman düşünürleri bu anlamda “Daire-i Adliye” adıyla, toplumsal
            yapının devamı açısından önemli atfedilen bir formül ortaya koymuşlardır. Formülü
            takip edecek olursak, hükümdar var biliyorsunuz, temelde hükümdarımız var, bir dev-
            letin oluşabilmesi için hükümdar var. Hükümdarın olabilmesinin yegâne koşulu bir
            ordusu olacak ki hükümdarın hükümranlığını sürdürebilmesi gerekecek. Hükümdarın
            ordusunu elde tutabilmesinin yegâne yolu da kuşkusuz, serveti olacak. Serveti için de
            servet nereden elde edilecek? Servet halktan alınacak vergilerle temin edilecek. Peki,
            halkı nasıl elimizde tutacağız? Halkı elimizde tutacağımız yegâne şey ise adalettir.
            Bu formülü tersten okuduğumuz zaman, adalet olmazsa ahali olmaz, ahali olmazsa
            servet elde edilemez, servet elde edilemezse ordu olmaz, ordu olmazsa da hükümdar
            olmaz. Dolayısıyla, bunun temel esprisi, devletin bekasının, hükümdarın bekasının
            adalete endeksli olduğu fikridir.

               Bu temel yaklaşım doğrultusunda Osmanlı öncesindeki Türk İslam devletlerinde,
            daha doğrusu İslam ve diğer Türk devletlerinde “mezalim mahkemeleri” adıyla -daha
            önceden de atfedildi burada- mahkemeler kuruluyor. Biz Osmanlı’ya baktığımız zaman
            böyle bir mahkeme uygulaması yok. Peki, ne yapıyor Osmanlı? Mezalim mahkemesinin




        100   14 ŞUB A T 2019
   97   98   99   100   101   102   103   104   105   106   107